Lay the favorite!

Geçenlerde, “Lay the favorite”, (“Bahse var mısın?”) filmine gittim, Bahis tutkunu bir amca, sayılarla arası iyi olan bir kızı işe alır ve hikaye başlar. Film eğlenceliydi, hayatları hızlı bir şekilde aldıkları kararlara, değiştirdikleri oranlara, kazandıkları ve kaybettikleri yüklü miktar paralara indeksliydi karakterlerin. Kural şuydu: Favorinin kazanması değil, kaybetmesi üzerine bahse gir! Asıl yüklü bahis, “kaybeden” loser olarak görünenlerin kazanmasıyla, elde edilir. Çünkü tüm insanların hayatta görmedikleri küçük mantık hataları vardır, bunu yakala ve onun üzerine oyna!

Nitekim, filmin sonunda, tüm hayatlarını kazanması ihtimali çok düşük olan bir takımın maçı kazanmasına bağladılar.. Sonunu söylemeyeceğim tabi. Filmi izledikten sonra, arkadaşım bana döndü ve şunu sordu: “Ee bu filmi niye çekmişler?”, haklıydı insanda böyle bir izlenim uyandırıyordu film. İkimiz beraber cevap verdik soruya: Eğlenmek için 🙂 Aslında filmin sonuna doğru esas fikir kendini açığa çıkarıyordu: Tüm bu bahisler, aslında heyecanlanmak, hayatını birşeye bağlamak, kazanmanın sevinci ve kaybetmenin korkusu arasındaki o heyecanı tatmak içindi.

Kazanınca, havalara uçup kaybedince deli gibi kızgın olmak, tüm o duyguları uçta yaşamanın coşkusu, baş karakterimiz Bruce Wills amcamız bunu içten içe çok seviyordu 🙂 Birşeylerin içinde olmanın heyecanı, aslında bence  hepimizin aradığı, içinde tutkuyla olabileceği, hem kendini bulup, hem de kendini delice kaybedebileceği bir şeyler…

Tutku, insanın içinden gelen o motivasyon duygusunu yakalayabilmesi için, hem iyi olduğu, hem kendini bulduğu hem de içinde kaybolup gittiği birşeye sahip olması . Bu fikri anlatıyordu, bahis tutkusu olan bu insanların hem kaybetmekten deli gibi korktuğu, hem de kazanma hissini ne pahasına olursa olsun yaşamak istedikleri için birşeylerin bağımlısı olmaları..